"Mal, mülk Allah'ındır, biz emanetçiyiz."
Allah bizi müslüman halk etmişse inancımızı yaşayacağız. Eğer inancımızı yaşamazsak nereden belli olacak müslüman olduğumuz? Islâmın yaşantısı "Lâ ilahe illallah, Muhammedün Resulûllah:" Hepsi bu ifadenin içinde. "Lâ ilahe illallah" Allah'a inanmak, Allah'ın kitabına uymak, Kur'ân'a uymak. "Muhammedün Resulûllah" Muhammed'e (s.a.v.) uymak. Muhammed'e (s.a.v.) tâbi olmak.
Peygamber Efendimiz öyle buyuruyor: "Ben geldim, bu dünyadan gidiyorum. Ümmetime iki şey bıraktım. Kitap ve sünnetimi bıraktım. Kitap ve sünnetime sarılanlar kurtulurlar. Kitap ve sünnetime sarılmayanlar helak olurlar, yok olurlar, mahvolurlar." Ölmemizle mi yok olacağız, ölmekle ancak cesedimiz yok oluyor. Ruhumuz âlem değiştiriyor. Dünya da bir âlem, âhiret de bir âlem. Fakat dünya geçici bir âlem, âhiret geçici değildir.
Âhirette tükenmez, bitmez, sonu gelmez bir hayat var insanlar için. Çok lüks bir hayat var. Dünyada bu hayatın bir zerresi yok. Âhirette çok sıkıntılı, bunaltılı, meşakkatli bir âlem de var. Onun da sonu yok, biteceği yok. Onun için ölümü unutmamak lâzım. Ahireti unutmamak lâzım. Ölüm dünya hayatına son veriyor, âhiret hayatına başlangıç. Her nefis ölümü tadacaktır. Zaten bu dünyada bir kişi kalsaydı, Peygamber Efendimiz kalırdı. Çünkü dünya onun için halk edilmiş. Gökler, yerler, melekler hepsi onun için halk edilmiş.
Âşıklardan bir tanesi ne buyuruyor:
Ey bî-vefa dünya senin elinden
Peygamber-i âhir zaman ne etti
Güvenilmez düzenine dengine
Ebubekir, Ömer, Osman ne etti
İntikamın aldı nice kâfirden
Elinden mumu var çağlanır nurdan
Eritti Kabe'yi puttan küfürden
Aliyyullah gayrı asar etti.
Görün şahzâdeler noldu birisi sararıp soldu
Biri susuz şehid oldu bu aşkın macerasından
Şahzâdeler; Hasan ve Hüseyin Efendilerimiz.
Hani onlar Allah'ı çok sevdiler, Allah da onları çok sevdi. Onlara çok büyük çileler verdi. Ama âhirette de Cenab-ı Hakk cenneti onların nuru ile süsleyecek.
Kenan illerinden gitti Mısır'a
Hüsnünü Bağdat Basra
Güneş hicabından inmezdi yere
Zeliha Yusuf-u Kenan ile
.....
Hakk'ın emrettiği yola giderdi
Validesine canın feda ederdi
Bin deveyi bir akçaya güderdi
Yemen illerinde Veysel Karâni
Bunlar Allah'ın çok sevdiği, çok makbul insanlar. Bunlar gittikten sonra bizler mi kalacağız bu dünyada; bizler de gideceğiz. O gideceğimiz yere nasıl gideceğimizi bilelim, ne götüreceğimizi bilelim, insan bir yolculuğa çıkacağı zaman 24 saat önceden veya 1-2 gün önceden hazırlığa başlıyor. Parasını, vasıtasını, herşeyini ayarlıyor. Bunlar olmazsa nasıl gidecek o yolculuğa. Bizim de işte böyle bir âhiret yolculuğumuz var. Orada bize vasıta lâzım, azık lâzım, iman lâzım.
Peygamber Efendimiz öyle buyurmuş. "Ya Ayşe, yolumuz uzak. Oraya arkadaşını al, silahını al, vasıta bul." Bunların hepsi nedir; ameldir. Arkadaşımız da, vasıtamız da, azığımız da hepsi amelimiz olacak. Amelimiz olmazsa eğer, o yol çok uzak, çok çetindir. Orada eşkiyalar çok. Meşakkatlidir.
Onun için Peygamber Efendimiz: "Ben gidiyorum. Ümmetime iki şey bıraktım. Kitap ve sünnetimi bıraktım. Ümmetimden her kim ki kitaba, sünnete sarılıyorsa onlar kurtuldular. Kitaba, sünnete sarılmayanlar helak olurlar." Bir de buyuruyor ki: "Küfrün fışkırdığı zamanlarda..." îşte küfür fışkırıyor şimdi. Ne kadar islâm beldeleri varsa hepsi küfrün baskısındalar şimdi. Onlar ne kadar azap görüyorlar. Biz de küfrün baskısındayız. Ama yavaş yavaş aydınlığa çıkıyor. Çıkacağız inşaallah. Ya Rabbi sen merhamet et. Sen hidâyet et; Sen merhamet et, Sen kurtar diye yalvaracağız. Cenab-ı Hakk: "Kulum iste vereyim" diyor. "Müslümanları hu küfrün baskısından Sen kurtar" diye dua edeceğiz, yalvaracağız, isteyeceğiz küfrün fışkırdığı zamanda. Küfür deryaları arzı istila edecek. Kelâm-ı kibarda:
Âbı yok tufanı çok deryaya düştüm gel yetiş
Dehr elinden bir kuru davaya düştüm gel yetiş
Dehr: Dünya
Dünya arzuları, dünya istekleri kuru davaya düşürdü beni, diyor.
Kuru dava: iyi günümüz, kötü günümüz, bütün yaşantımız kuru dava. Hepsi yok oluyor.
Âb: Su. Su yok, fırtınası çok bir derya. Bu bizim içimizde olan nefsimizin fırtınası. Nefs-i emmârenin fırtınası. Bir taraftan da arz üzerinde, dünya üzerinde, küfrün fırtınası.
îşte. "Küfür hâlam olduğu zamanlarda, küfür deryaları çalkalandığı zamanlarda, ümmetimden kitaba ve sünnete sarılanlar, Nuh Tufanında Nuh'un gemisine binip kurtulanlar gibi binip kurtulacaklar. Ama kitaptan sünnetten ayrılanlar da Nuh Tufanında boğulup gidenler gibi boğulup giderler."
Bu zamanda tarikatı olanlar mutludur. Kelâm-ı kibar;
Eğer himmet erişmezse sana bir şeyh-i kâmilden
Aduvlar yıktılar şeddin ne yatarsın gafil insan.
Bu kelam meşâyihi, mürşidi olmayanlara söylenmiş.
Aduv: Düşman. Ey gafil insan; bir şeyhi kâmil bul ki onun duası seni kurtarsın. Allah'ın emridir bu. Cenab-ı Hakk: "Öyle bir ağızla dua edin ki günah işlememiş olsun." Kim bu ağız; evliyaullah, Allah'ın velileri, Allah'ın sevdikleri, Allah'ı sevenler. Cenab-ı Hakk "Onların duasını alın" diyor. Onların duasını alın ki kurullasınız.
Meşâyihi olanlar için ne var;
Gönlüme nakş oldu hubb-u cemâli
Terk eyledim cümle hep kîl ü kâli
Dünya-perestlerin çok ise mâli
Bizim de Îmam-ı zamanımız var.
Bir de şöyle buyurulmuş:
Canım feda olsun Resulullah'a
Bizi kabul etti âlî dergâha
Emreyledi şeyhim Muhammed Şah'a
Çıkardı zulmetten bedrâya bizi.
Zulmet: Şeriatı, tarikatı olmayan, vaaz, nasihat dinlemeyenler. Bunlar karanlıktalar, ama karanlıkta olduklarını bilmezler. Niçin; uykuda oldukları için. Uyuyan insan gecenin karanlığını da bilmez. Ama ayık insan gecenin karanlığını bilir. Bilirse karanlıktan kurtulmak ister.
Cümle işler Hâlik'in dır kul eliyle işlenir
Bize irade vermiş. Onu farz kılmış. Ona sahip olacağız. Bu cüzî irademizi şerre sarfetmeyeceğiz. Günah, şer, haram var. Bunlara sarfetmeyeceğiz. insanları azaba, firaka düşüren üç şey var; günah işler, hayrı yok, şer işler, helâl lokması yok, haram lokması var. Bu insan ne oldu; güzelliğini kaybetti, aşağıya düştü. Eğer iradesini kullanarak sevap işler, hayır yapar ve helâl yerse yükselir, kıymetini kazanır. Bir insan varmış, bu günah-ı kebairleri işliyormuş. Günah olduğunu da biliyor, bir türlü bunları terk edemiyor. Alışkanlık, nefis sahibi, nefis zorluyor. Nefisten kurtulmak çok çetindir. Nefis nedir; kitaba sünnete uymayan arzulardır. îşte böyle birisi ibrahim Ethem Hazretlerine gitmiş. Zamanın meşâyihi. Meşâyih olmazdan önce Belh padişahı imiş. Padişahlığı terk etmiş. Daha genç padişah, yeni evli. Herşeyini terketmiş gitmiş. Ama bir sebep var. Ona ikaz oldu. Genç padişah iken ava çok meraklı imiş. On kişi, veziri ile beraber. Cevval, akıllı, herkesin kendisini sevdiği bir padişah. Cesur, ava çıkmış. Gezmişler, dolaşmışlar, acıkmışlar. Vezirlerine demiş ki:
-"Getirin, açın azığınızı." On kişi orta yere yayılmışlar. Yerlerken, tepeden bir karga, bir parça ekmek kapmış, kaçmış. Padişah ve diğerlerinin dikkatini Çekmiş.
-"Bu on kişinin ortasından bu ekmeği bu karga alamaz. Bu cesarette bir hikmet vardır." diye düşünmüşler, Padişah çok akıllı...
-"Takip edin bu kargayı, bunda bir sır, esrar var." demiş. On kişi ormanı taramaya başlamışlar. Kargayı arıyorlar. Bir tanesi kafasına kadar ağaca sarılı bir adam görmüş. Bu karga götürmüş olduğu ekmeği gagası ile tutmuş, ona yediriyor. Bunu görünce, diğer arkadaşlarını çağırıyor.
Varını yağmaya verip İbrahim Edhem gibi
Arayıp Hızr-ı zamanı bulmayan derviş midir
Hızr-ı zaman: Meşâyihtir. Her müridin meşâyihi onun Hızırıdır.
Başka bir kelâm-ı kibarda;
Hızır mürşid-i kâmildir o zulmet kalb-i cahildir
Cevahirler şeriattır özün kurtar cehaletten
îşte İbrahim Edhem tacını, tahtını terketmiş, bir meşâyih bulmuş, 7 sene aç, açık, çıplak hizmet etmiş. Baş açık, yalın ayak mürşidine hizmet etmiş. Daha çok uzun hikayeleri de... Sonunda irşad olmuş. Şeyh Efendisi ona:
-"Haydi sen de onları topla başına. Onlara sohbet et, irşad et." demiş. Nasıl ki bir meşâyih olunca bunun bir etrafı oluyor, ismi her yerde duyuluyor; ibrahim Edhem isminde bir meşâyih var diye duyulunca halkı geliyorlar, götürmek istiyorlar. Yine geleceksin, padişahımız olacaksın diyorlar. Diyor ki; gidin ben daha gelmem artık.
Allah bize rızık veriyor ki biz O'na itaat edelim diye. Biz O'na isyan mı edelim; itaat edersek rızık var. Bu mülk O'nundur, kalbimiz O'nundur. Vücut mülkü de O'nundur. Nedir; Vücut mülkü, elimiz, gözümüz, ayağımız, dilimiz kulağımız. Bunların herbirisi bizim için nimettir. Bunları Allah vermiştir, bize emanet kılmıştır.
Kelâm-ı kibarda geçer;
Bu mal sende emanettir İşin daim hiyanettir Kamu nefse siyanettir Ne çok sevdin bu boş hanı
Diyor ki: Bunlar sende emanet, niye hıyanet ediyorsun ki... Hiyanet etmene sebep nedir; bu boş hanı sevdiğin için. Bütün hataların başı dünya muhabbeti.Dünyayı seven her günahı işler. Peygamber Efendimizin hadisi: "Bütün hataların başı dünya muhabbeti." Dünyayı severseniz her hatayı işlersiniz. Peki: Yemeyelim mi, içmeyelim mi, giyinmeyelimmi.; tabii yiyeceğiz, içeceğiz, giyineceğiz, ama Allah'a kulluğumuzu da yapacağız, insan beşerdir, ihtiyaçları vardır, ihtiyaçlarını gidermezse ölür. Yer, içer. giyer de Allah'a itaat etmezse, Allah'a kulluk etmezse olmaz. Allah'ın nimetlerini yiyor.
Bir insan bir yere misafir gider. Hane sahibi ona çok ikram eder, son derece ona hizmet yapar. Misafir de buna karşılık ona teşekkür ve dua etmesi gerekirken kalkıp kapılan, pencereleri çarpıp, eşyaları oraya, buraya fırlatırsa, bu olur mu... insanlık mıdır... insanlığa yakışır mı; Bunu insan yapmaz. Hayvan iyiliği bilmez, insanlığı bilmez. Onun için burada en büyük insanlığı, en büyük ihsanı Rabbımız bize ihsan etmiştir. Bir defa yoktan var etmiş, bize sıhhat vermiş, bize bol rızık veriyor bu zamanda. Bizden önceki çağlarda, bizden önceki nesillere Cenab-ı Hakk hiç böyle bol rızık vermemiş. Böyle safahat vermemiş. Ama hiç bir asırda da insanlar bu devrin insanları kadar münkir olmamıştır, münkirlik etmemişler. Yalnız bu durum, bu cemaatımızın dışında. Allah'a şükür Allah bizi azda olsa, karınca kararınca itaat edenlerden etmiş. Azda olsa şükredenlerden etmiş.Azda olsa nimetimizin kadrini bilenlerden etmiş. Nimetimizin kadrini bilmek ne ile olur ;inancımızı yaşamakla , ibadetimizle olur.
Allah'ın bize vermiş olduğu vaadi de bu: "Kulum sana vermiş olduğum nimetlerin kıymetini bilirsen nimetlerini çoğaltırım, yükseltirim, büyütürüm. Bilmezsen elinden alırım."
Allah inananlara âhirette mükafatını verecek, isyan edenlere cezasını verecek. Dünyanının mükâfatı vardır, nedir bu; varlığımız, sağlığımız, huzurlu olmamız. Dünyanın cezası nedir; hastalığımız, fakirliğimiz, illetimiz. Ama bunlar da imtihan için geliyor. Büyük belâlar, büyük çileler Peygamberlere gelmiş. Peygamber Efendimiz üç gün yiyecek bulamadı, karnına taş bağladı. Cenab-ı Hakk "Habibim! İstiyorsan Uhud Dağını senin için altından halk edeyim" dediği halde dilemedi. Niçin; Senin benim için istemedi.
-"YaRabbi! Sen ümmetimi fakirlikle mi yadigarsın, zenginlikle mi?"
-"Ben ümmetini fakirlikle yarlıgayacağım." Yani demek ki Cenab-ı Hakk fakirlere fakirliklerinden dolayı acıyor, kusurlarını fakir oldukları için bağışlayacak. Yarlıgamak bu demek.
"Ben ümmetini fakirlikle yarlıgayacağım." Ne kadar merhametli, Cenab-ı Hakk. Kur'ân-ı Kerim'de;
"Onun kadar ümmetine haris, onun kadar ümmetini seven, onun kadar ümmetini kayıran hiçbir peygamber olmadı." buyuruyor.
Kâfirler zengin, Peygamber Efendimiz fakir. Zenginliklerinden dolayı Peygamber Efendimizin nübüvvetini kabul etmediler. Fakir diye, yetim diye onu hakir gördüler. Nübüvveti ona lâyık görmediler, Peygamberliği ona layık görmediler. Onlar ne kadar yükselirlerse yükselsinler. Yani zengin olsunlar ama yine fakirler onlar. Cenab-ı Hakk ne buyurdu; "Onlar zenginlikleri ile senin üzerine gurur getiriyorlar. İstiyorsan ben seni onlardan zengin yaparım. Uhud Dağım senin için altın haline getireyim, istediğin yere yürüteyim. İstediğin yerde, istediğin gibi harca." istemedi Peygamber Efendimiz. Ümmeti için iste medi. Gerçi burada fakirlik dünya azabıdır, biz istemeyelim fakirliği, ama Allah'tan gelirse razı olalım. Zenginlikte istemeyelim. O da bizim için tehlikelidir. Ancak; Ya Rabbi, bizi muhanete muhtaç etme, açlıkla, çıplaklıkla bizi imtihan etme, diyeceğiz.
"Ey Habibim, her umurun orta hallisi hayırlıdır."
Orta hallisi hangisi; fazlası yok, eksiği yok. Eksiği olursa o da bir azaptır. Fazlası olursa o da bir azaptır, eğer fazlasını muhafaza edemezse, israf ederse, gayr-i meşru yerlere, zevkine, safasına dalarsa, harcarsa ne olur; onlar onun için ateştir.
Cenab-ı Hakk kulunu bilir. Zenginliği taşıyabilir mi, taşıyamaz mı... Taşırsa verir, taşıyamazsa vermez, ama biz hayırlısını isteyelim.
Hz. Musa Kelîmullah Tûr-ı Sina dağına gidiyormuş, Allah'la konuşuyormuş, vahiy orada iniyormuş. Tevrat Kitabı kısım kısım geliyormuş. Ümmetinden bir tanesi bir hanım, bir bey varmış. Bunlar o kadar inanmışlarki; Hz. Musa'ya demişler:
-"Ya Kelimullah Sen Turu Sinaya gidiyorsun Rabbınla konuşmaya, biz bi
lemiyoruz bizim için zenginlik mi hayırlı, fakirlik mi hayırlı... Rabbından dile
bize." Hz. Musa Kelimullah gitmiş söylemiş:
-"Ya Rabbi sana herşey ayan. Filanca kulun benimle böyle bir sipariş yaptı.
Zenginlik mi hayırlı, fakirlik mi hayırlı bilemiyoruz." diyorlar.
Cenab-ı Hakk:
- "Ya Kelîmim! Git o kuluma söyle ki onun 40 sene ömrü var, 20 sene ona
zenginlik verdim, 20 sene fakirlik verdim. Hangisini evvel istiyorsa istesin."
-"Biz önce zenginliği isteyelim. Olur ki fakirliği geçiririz, zenginlik içerisinde malımız çok olur, şuğulumuz çok o ur, bizi gafil eder. İmanımıza zararı olur. Fakirlik sonra olursa yalvarmamız duamız daha iyi olur." diyorlar. Bunu böyle talep etmişler kendi akıllarınca. Musa Kelîmullah, Cenab-ı Hakk'a söylüyor, O da tamam diyor. Onlara bilinir bilinmez, görünür, görünmez öyle bir zenginlik veriyor. Fakat bunlar bu zenginliği çoğaltmıyorlar, yığmıyorlar. Oradan alıp, buraya veriyorlar, Allah'tan geleni Allah yolunda harcıyorlar. Yirmi sene tamam oluyor, fakirlik gelmiyor. Bunlara bir korku düşüyor, acaba Allah bize bir kahır mı yaptı, niçin fakirlik gelmedi bize, zenginlik devam ediyor.
Koşuyorlar Hz. Musa'ya:
-"Bize inayet et, bizi kurtar. Acep Cenab-ı Hakk bize kahır mı etti?" Yine Hz. Musa Tur-i Sina'ya gidince:
-"Ya Rabbi sana herşey ayan. Sana şöyle bir istek var." Cenab-ı Hakk:
-"Ya Musa; git söyle o kullarıma, onları zenginlikle imtihan ettim, O yirmi sene fakirliği de çevirdim zenginliğe."
Allah bizi zenginlikle imtihan ediyor, fakirlikle de imtihan ediyor. Ama biz bu zenginlikte imtihanı verebilirmiyiz, veremezmiyiz, zenginliği isteriz, ama hakkımızda hayırlı olur mu, olmaz mı bunu bilemeyiz. Onun için biz hayırlısını isteyelim. Allah zenginliği verir. Hz. ibrahim Aleyhisselam'a lütfundan vermiş. O kadar zenginlik vermiş ona ki... (Biz millet-i ibrahim'deniz.) Malı durduğu yerde artıyor.. Meselâ bir bardak oluyor iki bardak. Ekin ekiyor, ambara bin teneke buğday kaldırıyor, oluyor iki bin teneke. Hace-i Ahrar Hazretleri silsilemizde. Onun da malı durduğu yerde artıyor. Bu lütfundan oluyor. Ama Cenab-ı Hakk ibrahim Aleyhisselam'ı imtihan etti. Bir melek gönderdi ona, Melek gitti ibrahim Aleyhisselam'a Cenab-ı Hakk'ı zikrediyor. Methederek:
- "Subbûhun, kuddûsün, Rabbüke ve Rabbü'l-Melâiketi ve'r-Rûhi" İbrahim Aleyhisselam'in öyle hoşuna gidiyor... Diyorki:
-"Rabbimi sen bir daha böyle medh ü sena et, malımın yarısını sana vereyim. " diyor. O bir daha medhedince o yine doymuyor, Diyor ki:
-"Sen bir daha medhet malımın hepsini sana vereyim." Üç defa medhetmekle ne kadar malı varsa hepsini terkediyor.
Peygamber Efendimiz'in sahabelerinden Ibn-i Seleme vardı.
Peygamber Efendimize o kadar muti ki beş vakit namazı onun arkasında kılıyor, hiçbir vakti kaçırmıyor. Seherlerde, hazerlerde daima sohbetinde. Bir gün nasıl olmuşsa... Allah âhir âkibetimizi hayır getirsin. Birgün Ibn-i Seleme;
-"Ya Resulûllah fakirliği taşıyamıyorum artık." demiş.
-"Canıma yetti. Allah'tan bana koyun iste." demiş. Çünkü o zaman zenginlik koyundan geliyormuş. Sanat yok, fabrika yok, yatırım yok. Bilhassa arap çölünde zenginlik koyundan oluyordu. Allah koyunu bereketli halketmiş. Koyun var ki senede çift yavru veriyor. Hz. Musa Kelîmullah Firavun'dan kaçtı; Şuayb Aleyhisselam bir Peygamber, bilmeyerek O'nun yanına vardı. Şuayb Aleyhisselam'in gözleri kör, asa'da orada imiş. Tâ ki Cennetten Hz. Adem indiği zaman Cennette Hz. Adem'e emanet verilen Asa bütün Peygamberlere verile ve rile vasiyet edilerek gele gele Şuayb Aleyhisselam'da kalmış. Vasiyet şu: "Bu Asa'nın sahibi var, sahibi gelir isterse ver." Hz. Musa buraya gelince bakıyor ki bir kalabalık var. Bir kuyu var, kuyunun kenarlarında su çekiyorlar. iki kız çocuğu da geride duruyor. Erkekler birbirlerine devrediyorlar, bunlar geride duruyorlar. Şuayb Aleyhisselam'in kızları bunlar. Erkekler gidince koyunlarını sulayacaklar. Hz. Musa bunları görünce mübarek kendisi de celalli imiş, Bunlara bir tehdit savuruyor.
-"Çekilin!" diyor. Erkekler dağılıyor ve kızları çağırıyor.
-"Getirin koyunları sulayın" diyor. Koyunları sulayıp erken gidiyorlar.
Hergün geç gidiyorlarmış. Eve varınca babalan soruyor:
-"Kızım bugün niye erken geldiniz?"
-"Baba orada bir garib var. Biz orada bir kenarda duruyorduk O geldi, erkekleri kovdu, aldı kovayı suyu çekti, biz de koyunları suladık geldik." diyor.
- "Haydi babam seni istiyor, misafir edecek seni, bizim babamız da Peygamber" diyorlar. Giderlerken kızlar önde gidiyor. Rüzgar esiyor, etekleri savruluyor. Onlara diyor ki:
- "Siz geriden gelin de etekleriniz görünmesin." Bunu gittiklerinde babalarına methederek anlatıyorlar. Babaları da bu misafirle konuşuyor, çok hoşuna gidiyor.
-"Benim iki çocuğum var. Gözlerim görmüyor sen bana evlatlık yapar mısın? Sana istediğin kadar ücret vereyim. Benim koyunlarımı güder misin?" O da diyor ki:
-"Bu sene yavrulayan koyunların erkek yavrularını verirsen şansıma. Ertesi
sene değişek." diyor. O sene koyunların hepsi erkek yavruluyor.
-"Bu sefer de erkekler benim olsun dişiler senin."
O sene de hep dişi yavruluyorlar. Böylece bir iki sene içerisinde çoğalıyor koyunları. Ama ilk gelişinde anlaştılar. Hep beraber, her zaman bu köyün koyunlarının otladığı bir muhit var. Bir bölüm otlak çok çiğnenmiş, otları az. Bir muhit te var ki otları çok. Şuayb Aleyhisselam koyunları otlatmaya gidecek, diyorki:
- "Çubuğu ver." diyor. Gidiyorlar çubuğu getirmeye, O asa ellerine geliyor,
asayı getiriyorlar. O da Şuayb Aleyhisselam'a emanet ya;
-"Getir bakayım hangi çubuğu veriyorsun" diyor, Elliyor;
-"Götür bunu başkasını getir" diyor. Başkasını getiriyor, yine bakıyor, yine bakıyor ki o.
-"Değişmemişsin sen bunu!" diyor.
-"Yok baba değiştim" diyor.
-"Ben değiştim ama yine o oldu" diyor.
-"O zaman; tamam, bunda bir esrar var. Ver" diyor. Asayı alıyor, canavarların, ejderhaların olduğu otlağa geliyor. Oranın otlar ı çok olduğu için koyunlar yiyorlar, doyuyorlar, yatmaya başlıyorlar. Yatmaya başlayınca asa orada yatıyor. Uyanınca bakıyor ki orada bir ejderha parçalanmış, asa da kanlı duruyor. Ondan sonra geliyor, ikinci bir sefer yine oraya götürüyor. Yine bir ejderha Parçalanmış. Orada birisi de duruyor. Oradan birileri geliyor.
Evet! îbn-i Seleme Peygamber Efendimizden koyun istedi. O da:
-"Zenginlik isteme, Hak'tan hayırlısını iste" diyor. Ertesi gün yine istiyor, Peygamber Efendimiz yine:
-"Ya İbn-i Seleme koyun isteme, Hak'tan hayırlısını iste" diyor. Üçüncü sefer de çok fazla ısrar edince: