Hazirlayan: Selami Çaliskan
E-mail : selamisel@gmail.com
Abdurrahim Reyhan Efendiyle 12 Eylül 1980'den önce tanistigini belirten Yazarimiz Mustafa Miyasoglu:
Talebesi çok, reklami yoktu
25 yillik müritlikten sonra insanlari irsada baslayan ve talebelerinin sayisi 1 milyonu asan Abdürrahim Reyhan Efendi, 25 yillik irsad vazifesine köyünde sohbet odasi yaptirarak baslar. 12 Eylül 1980'den önce kendisiyle tanistigini belirten Mustafa Miyasoglu diyor ki: “Efendimin talebesi çok, reklami yoktu. Yani mütevazi bir insandi.”
Abdürrahim Reyhan Efendi nerede, ne zaman dogdu?
Efendimiz; 1930 yilinda, Erzincan'nin Keleriç beldesinde dünyaya geldi. Keleriç (bugünkü adiyla Karakaya), pek çok tasavvuf büyügünün yasadigi beldelerden biri. Abdürrahim Efendi'nin soyadi Reyhan olmasina ragmen, çocukluk yillarindan beri o adi ve soyadi ile degil, daha çok “Efendi” unvaniyla taninir ve hep bu sekilde anilir.
Babasi, dedesi, yasadigi yer ve ne yaptigi hakkinda bilgi verir misiniz?
Babasi Hüseyin Efendi, dedesi Erzincanli Naksibendi seyhi Besir Efendi ile Tercan ve Otlukbeli'ndeki dergahta kalir ve hizmet eder. Keleriç'e yerleserek bagcilik ve tarimla ugrasir. Babasindan 14 yasinda yetim kalir.
Oyun yerine kitaplarla hemhal olurdu
Tahsil hayatindan bahseder misiniz?
Abdürrahim Efendi, çok farkli bir çocuktur. Diger çocuklar oyun oynarken o kitap okur ve düsünür. Orta okuldan sonra tahsili birakir ve ailesinin geçimini üstlenir. Askerde orta okulu yarida birakmasina ragmen çavus yaparlar O'nu. Depolarin çogunu fgüvendikleri için O'na teslim ederler. Askerde bile kitap okumakla mesguldur. Abdürrahim Efendi'nin dedesi seyh Muhammed Besir Efendi'dir. Onun halifesi, Bayburtlu Dede Pasa diye bilinen Musa Bastürk. Abdürrahim Efendi, Bayburtlu Dede Pasa ile babasinin öldügü günlerde karsilasir, ama ancak 1957 yilinda intisap eder.
Neden o gün degil de 1957'de?
Çünkü rüyasinda Dede Pasa'yi görür, sonra da Keleriç'e gelen Dede Pasa'yi görünce bayilir ve ayilinca O'na intisap eder. Bu ikinci karsilasmanin onun için “fenâfisseyh” seviyesinde bagliliga yol açtigini o mecliste bulunanlar ifade ederler.
Insanlari irsada ne zaman basladi?
25 yillik müritlikten sonra Dede Pasa ona “teveccüh” görevi verir ve ayni zamanda kendisinin halifesi oldugunu söyler. 1973 yilinda Dede Pasa'nin ölümü üzerine irsad görevine baslar.
Isad halkasi yüzbinleri buldu
Insanlari nasil irsad ediyordu?
Önce Keleriç'te, bir süre sonra da Erzincan'da sohbete müsait binalar yaptirdi. Bu binalarda toplanan ihvanlara sohbet ediyor, tasavvufî hakikâtleri anlatiyordu. 1980'den sonra, seyh efendisi gibi o da Ankara ve Istanbul basta olmak üzere pek çok yeri dolasti.
Istanbul'a ne zaman yerlesti?
Vefatindan 10 yil önce Istanbul'a evini nakletti. Yurt içi ve yurt disi seyahatleriyle, ayet ve hadislerden yola çikan sohbetleriyle her seviyeden insana hak ve hakikat ölçülerini anlatiyordu. Bu arada, dedesinin ihvani olan Salih Baba isimli sairin siirleriyle gelisen sohbetlerinde, ask ve muhabbeti öne almaya basladi. Dede Pasa'nin halifesi oldugu için onun müridleri eski ihvanlari yaninda, pek çok yeni müritle birlikte irsat halkasi yüz binleri buldu.
Bu kadar müridi var miydi?
Tabi tabi. Son devirlerin müridi en kalabalik irsad kutbu oldugu halde, Abdürrahim Efendi sade bir hayat sürüyordu. 25 yillik irsat görevinden sonra 1998 yilinda Istanbul'da vefat edince, hem Istanbul ve hem de bir gün sonra Erzincan'da kilinan cenaze namazlarinda muhtesem bir kalabalik toplandi. Terzi Baba Mezarligi'nda gömüldügü yere, bir süre sonra Terzi Baba'nin türbesi gibi bir türbe yapildi. Onun bizzat yaptirdigi toplanti yerleriyle vakif binalari hâlâ hizmet veriyor. Hizmeti olan her Müslümanin hayirla anilmasini isterdi, bunu siar edinmisti.
Abdürrahim Efendi ile ne zaman ve nerede tanistiniz?
Efendi Hazretleri ile 1980 yilinda, 12 Eylül'den kisa bir süre önce görüstüm. Bundan kisa bir süre önce kardesim beni baska bir Naksibendi seyhine götürmek istemisti. Halbuki ben Efendi hakkinda bazi seyler duymus, ona muhabbet beslemeye baslamistim. Kardesimin söyledigi seyhe gidecegimiz gün birden bire öylesine rahatsizlandim ki, kardesime “Benim nasibim senin seyhinde degil galiba, o yüzden benim efendim yolumu kesti!” dedim. Kisa bir süre sonra da Abdürrahim Efendi ile tanistim. Bana öyle sade ve tabii göründü ki, o güne kadar tanidigim pek çok mürsitten fazla sevdim, hemen teslim oldum. O yildan sonra pek çok görüsmemiz oldu, sayisini hatirlamadigim kadar sohbetinde bulundum.
“Hos geldiniz efendiler!..”
Sohbetlerinde nelerden bahsediyordu?
Bunlarin büyük bir bölümü herkesin anlayabilecegi sohbetlerdi. Bazilari da sanki gönlümden sordugum sorularin cevabi gibiydi. Bazen anlattigi fevkalâde seylere sasirdigimda, beni temin etmek istercesine tebessümle yüzüme baktigini fark ederdim.
Kerametlerine de sahit oldunuz mu?
Olmam mi? Üç arkadasla bir gün aksam üzeri sohbet ettigi eve giderken, içimden söyle demistim: “Bugün hiç kimsenin duymadigi bir sohbet söleni olsa!” Erken gittigimiz için, salonda bizden baska kimse yoktu. Efendi, epeyce bir zaman farkli bir sohbet yapti, o güne kadar gerçekten duymadigim seyler söyledi. Bir süre sonra Efendi, salonu dolduran kalabaliga, “Hos geldiniz efendiler!” diyerek genel bir sohbete baslayinca, nerede oldugumuzu anladim. Umumi sohbetten sonra dagildik, eve giderken yanimdaki arkadaslara sohbetin basindaki sözleri belirterek, onlardan hatirlayabildiklerini sordum. Tiyatrocu dostum Hasan Nail Canat ile baska bir arkadas saskinlikla tek kelime hatirlayamadiklarini söylediler, hatta bir kismini hiç anlamamislardi. O zaman benim için konustugunu anlamistim: Varlik, yaratilis hikmeti gibi felsefi konular üzerinde konustugunu biliyordum, ama hangi hususlari, hangi cümlelerle ifade ettigini bir türlü hatirlayamiyordum. Sanki bizim gibi Necip Fazil' i n sohbetlerini dinlemis insanlara, toplanti salonuna girerken gönülden istedigim gibi bir sohbet söleni sunmus, orta okuldan sonra okumamis insanlarin bilmeyecegi seylerle beni mutlu etmisti, ama bunlari da zihnimden silmisti. Bana göre bu tam bir kerametti...
Farkliliklarin sebebi...
Baska kerametlerini de gördünüz mü?
Pek çok insan gibi benim de zihnime takilan bir husus vardi; Eyüp Sultan Camii'ne Cuma namazi için giderken bizzat sormustum: “-Hak tarikatlarin hepsi bir sekilde Peygamberimize bagli oldugu halde, neden farkli sözlerle zikir yapiyorlar?” Cevap olarak sunu ifade ettiler: “-Peygamberimiz 23 yil boyunca bilinen, müekked sünnetleri disinda muhtelif sekillerde zikir ve ibadetler yapti. Her tarikat kendine verilen derse göre zikir yaparak bu sünnetlerin yasamasina hizmet eder ve böylece nefsini terbiye ederek ruhunu inkisaf ettirir. Bunlarin hepsi emirle olur. Kimse kendine göre ibadet seçimi yapamaz.” Bir de, “Bazi tarikatlarda zamanla farkliliklar görülüyor. Bunlar da mi emirle veya izinle yapiliyor?” diye sordum. Yine tebessüm ederek yüzüme bakti ve söyle dedi: “-Emin olun ki böyledir hocam.” Benim en çok duydugum sözlerinden biri de sudur: “-Bize bazi adamlar geliyor, ilmihal bilgileri disinda ve hatta onlarin ziddina seyler soruyor, fetva istiyorlar; biz böyle bir seye nasil âlet olabilir, dini nasil degistirebiliriz?”
Gönüllere akan hakikat pinari
Gönüller Sultani Abdürrahim Reyhan Hazretleri, 24 Ocak 1998'de aramizdan zahiri olarak ayrilip her zaman beraber olduguna inandigimiz Hakk'a yürüyerek ahirete irtihal etmisti. 1930 yilinda Erzincan' i n Üzümlü ilçesinin Karakaya (Keleriç) Beldesi'nde dünyaya tesrif eden Abdürrahim Reyhan Efendi, zamanin büyük mürsitlerinden Seyh Besir Efendi Hazretleri'nin torunudur. Besir Efendi Hazretleri ayni zamanda Abdurrahim Reyhan Hazretleri'nin seyhi olan Musa Dede Bayburdi Hazretleri'nin seyhi idi.
Sade ve gözden uzak bir hayat sürdü
25 yillik irsad hizmetleri sirasinda, ilim ve memleket hizmetinde bulunan gençleri destekler, gönüllerini alip tesvik ederdi. Bu yolda Reyhan Vakfi'ni kurdu ve ihtiyaç sahiplerine yardimi çevresine emrederdi. Günlük politika ile ugrasanlarin hasbi hizmetlerini tesvik eder, böyle hizmetlerin her türlü menfaat hesaplari disinda yapilmasini insanligin sanindan sayardi. Hayatinin son yillarinda pek çok hastaliktan mustarip olmasina ragmen, gerek yurtdisinda ve gerekse yurt içindeki seyahatleriyle sevenlerini irsada devam eder, hak ve hakikat yolunun inceliklerini anlamalarina yardimci olurdu. Bu hizmetleri sirasinda hep sade ve gözlerden uzak bir hayat sürer, sevenleri disinda kimsenin dikkatini çekmezdi. Efendi'nin sevenlerine yaptigi sohbetlerinden derlenen kitaplar da böyle gösterissiz olmustur.
2
Abdurrahim Reyhan Efendi'nin vazifesinin büyüklügünü ifsâ ederek yasadigini belirten Mustafa Miyasoglu:
Ömrünü irsada vakfetti
O, Türkiye'den dört bir yana yayilmis dünya Müslümanlarina tasavvufî hakikatleri Islâmî öz içinde anlatirken, sünnete uygun yasamanin da hakikî örneklerinden birini ortaya koyuyordu. Ilim, servet, ibâdet ve halka hizmet gibi zahirî tezâhürlerin hakîkatle örtüsmesi için gönülden bagliligi esas alir ve baglilarina öyle gösterirdi.
Efendi Hazretleri'nin müritlerine en önemli tavsiyesi neydi?
Hizmetini çok takdir ettigi Necip Fazil tarafindan sadelestirilen “Resahat” adli kitabi tavsiye eder, Salih Baba'nin divaniyla birlikte okunmasini isterdi. Ilim erbabiyla tahsil yapan gençlere çok iltifat eder, muhabbet gösterirdi. Sevenlerine de hep “Dâvet edildigin yere erinme, dâvet edilmedigin yere görünme” derdi...
Vefatinin 8. yildönümünde Efendi'nin cenaze namazindan söz eder misiniz?
Abdürrahim Reyhan Efendi'nin cenaze namazindan söz etmek o aciyi tekrar yasamak edemek. Sordugunuz için anlatiyorum. 1998 yilinin Ocak ayiydi. Bir Ramazan gecesinde Istanbul'da dünyasini degistirdi..
Muhtesem sadelik
Vefat ettiginde kaç yasindaydi?
Efendi Hazretleri, hayati boyunca gerçekten mütevâzi, ama vazifesinin büyüklügünü çevresine hissettiren bir hayat tarzi içinde, 68 yil süren bir ömür yasadi. Bunun son 25 yilinda Allah' i n lûtfu olmadan yapilamayacak irsâd görevi ifâ etti ve sürekli seyhi Dede Pasa hazretlerinin yolunda, onun isigini Erzincan'dan dünyaya yaydi. Bu görevin son 12 yili Istanbul'a tasidigi evi ve gönül tekkesi çevresinde gelisti.
Sünnete nasil bakardi?
Çok önem verirdi. O, Türkiye'den dört bir yana yayilmis dünya Müslümanlarina tasavvufî hakîkatleri Islâmî öz içinde anlatirken, sünnete uygun yasamanin da hakîkî örneklerinden birini ortaya koyuyordu. Ilim, servet, ibâdet ve halka hizmet gibi zahirî tezâhürlerin hakîkatle örtüsmesi için gönülden bagliligi esas alir ve baglilarina öyle gösterirdi. Dede Pasa'dan duyulan ve sik sik sohbetlerinde de ifadesini bulan sekliyle, “Hulûsunuzun bârini yersiniz” derdi. Yani ihlâsinizin meyvasini yersiniz... Gerçekten de öyle degil mi? Ihlâsla yasamak ve ibadet etmek o kadar önemli ki, insanoglu bunu anladigi, hakkiyla idrâk ettigi zaman hayatini ne kadar sade, ne kadar samimi ve ne kadar hayirli geçirebilirse o kadar mutlu olacagini yakindan kavrar saniyorum. Abdurrahim Efendi bunu hayatiyla, hizmet ve faaliyetiyle onu taniyabilen herkese çok tabii bir sey olarak gösterirdi. Tabii görebilene...
Siz Efendi hazretlerinin baglisi olarak cenaze merasiminde bulundunuz mu? Bulunduysaniz, ne gördünüz?
Istanbul'da ve Erzincan'da kilinan iki cenaze namazinda da bulundum. Bu cenazeleri anlatacak iki sifat var; bu iki sifat birbirine zit görünse de birbirini tamamlamaktadir: Muhtesem sadelik.. “ I nsanlar nasil yasarsa öyle ölür, nasil ölürse öyle hasredilir” seklinde bir hadis-i serif biliyorum. O yüzden de cenazesini anlatabilmek için hayatini ve ölümünü anlatmak gerekir diye düsünüyorum. Bunun tersi de dogru: Abdurrahim Efendi Hazretlerinin hayatini ve sahsiyetini iyi anlayabilmek için, onun cenazesini ve nasil defnedildigini görmeli veya görenlerden dinleyerek incelemeli. Tam bir Hak dostu gibi... “Efendi” adiyla bilinen ve medyadan, söhret âfetinden alabildigine uzak yasayan, ama tesiri ve müridleriyle son devir tarikatlari içinde fevkâlâde hizla yayilan, buna ragmen dikkatlerden uzak kalan bir hakîkat erinin huzurunda oldugumuzu iyi bilirdik. Ama bu bilginin geregi olan hizmet ve gayreti gösterebildik mi? Buna kim hakkiyla evet diyebilir?..
Sirinevler Ulu Camii'nde toplanan cemaat, gazete ve televizyondan haber alinamadigi için mütevazi olacak saniliyordu. Çünkü Cumayi Cumartesi'ye baglayan gece yarisi, yani muhtemel bir Kadir Gecesi vefat etmis, o günün ögle namazinda cenazesi kilinacakti. Pazar günü de Erzincan'da ikinci defa kilinacak cenaze namazindan sonra, Kadir Gecesi'nin gündüzünde Terzi Baba Mezarligi'nda topraga verilecekti. Öyle de oldu. Ama bes alti bin civarindaki Istanbul cemaatina karsilik, gazete ve televizyon haberlerinden duyan müridlerinden olusan 10-12 bin kisilik cemaat, Erzincan' i hayretler içinde birakti. Cenaze sade oldugu kadar muhtesemdi. Bu kadar kalabalikta tek kisinin burnu kanamadi ve hizmet tamamlandi. Efendi simdi Hakk' i n huzurunda oldugu kadar sevenlerinin de gönlünde...
Bütün hizmetler sanadir Allah' i m
O'nun sohbetlerini, mesela Tasavvuf'la ilgili sözlerini hatirliyor musunuz?
Hiç unutmadik ki. Mesela bir gün söze söyle baslamisti “Burada Kisacana Tasavvufun Ana temelleri Hakkinda Bir Bilgi sunacagiz insan istedikten sonra yapamayacagi birsey yok Allah (c.c.) bu istegi ve bu gücü bizlere vermis. Yeterki biz neyi istiyoruz bunu bilelim.... Allah' i m maksadim sensin. Senin Rizani isterim” Sonra da su dörtlükle sürdürmüstü sohbetini “Sen sana gel ey gönül kilmahased kibr'ü riya / Bu sifatlarla tahalluk eden oldu eskiya. / Sidk ile biat kilip oldun'mu ümmet Ahmed´e / Kuru laf ile gecirip ömrü kaldin sufliya”
Efendi hazretleri tasavvufu nasil tarif ediyordu?
Söyle diyordu: “Kali hale tebdil etmek sekliyle ifade edilen tasavvuf Islam dininin ihtiva ettigi, bilgi sisteminin kuvveden fiile yani kalden hale, nazariyeden ameliyeye dönüsüdür. Meseleye bu zaviyeden bakilmali. Tasavvufun esaslarini iyi tesbit etmek yerinde bir davranis olur. Bu esaslar Islam tasavvufunda Kitap ve sünnet istikametinde gerçeklesir. Tasavvuf sosyal bir hadisedir.Bu yüzden onu fikri ve sekli bir tarzda düsünmek lazimdir. Peygamber (s.a.) efendimiz zamaninda Islami ilimlerin esaslari bizzat mevcut olmakla beraber, ihtiyaç hissedilmedigi için tedvin edilmemistir. Yani fikih, kelam ,hadis, tefsir ilmi ismiyle müdevven ilimler yoktu; fakat Fikih, kelam, hadis ve tefsir bizzat mevcuttu. Bu ilimler asr-i saadet'ten sonra ihtiyaca göre zamanla tedvin edilmistir.Insanlar mesreblerine, fitri yapilarina ve karakterlerine göre üç tarzda bu yolculugu gerçeklestirebilirler.Tasavvuf istilahinda bu yollara “Tarik-i ahyar ”, “ Tarik-i ebrar ”, “ Tarik-i settar ” ismi verilmistir.”
Allah ve Resulünün diliyle hitap ederdi
Allah dostlarini tarif eden hadisler de okur muydu?
- Evet Kudsi Hadislerle Allah dostlarinin söyle tarif edildigini bildirirdi: “AIIahu Teala buyuruyor ki: Her kim benim veli kuIIarimdan birisine düsmanlik ederse, muhakkak ben ona harp açar (dostumun intikamini alirim.” Yine bir kudsi hadiste Cenab-i Allah' i n söyle buyurdugunu bildirirdi: “Kim benim velilerimden birisini hafife alirsa, bana düsman olarak karsima çikmis olur.” Peygamber Efendimiz bir Hadis-i Seriflerinde buyuruyor ki: “Ümmetimden bir topluluk kiyamete kadar Allah`in emrini ayakta tutmaya devam ederler Onlari terkedenler ve kendilerine karsi çikanlar onlara bir zarar veremez. Bu durum, Allah' i n kiyamet emri gelinceye kadar devam eder. Onlar insanlara devamli üstün gelirler”
“Alimler peygamberlerin varisidir ” hadisi serifini sik sik okur, “Bunlar, halki Hakk'a ulastirmanin memuru olan velilerdir. Bu tür velilere mürsit, bu isin ögretisine yol, tarikat, usul, ilim dilinde ise tasavvuf denilir” derdi.
Kaza ve kaderi nasil izah ederdi?
Olacak seylerin hepsini ezelde bilip, sonradan olacagi sekliyle Allah' i n takdir ve tesbit etmesine kader denildigini, böylece kararlastirilmis olanlarin zamani gelince aynen yazildigi gibi olusmasina da kaza denildigini hatirlyatirdi. Hayir ve serrin, fayda ve zarar verecek olan her yaratik ve her olayin Allah' i n dilemesi ve ona ol demesiyle yaratildigini, bu sebeble bizim “Hayir ve ser Allah'tandir” diye inanmamiz gerektigini, Allah' i n hayra rizasi oldugunu, serre ise rizasi olmadigini söylerdi. “Bu yüzden arzu ve irademiz içinde olan is ve amellerimizde hayri istemeli ve hayri yapmaliyiz. Serri, yasagi, haram ve zararliyi istememeli ve onlari yapmamaliyiz” derdi. Bizim bu istek ve irademize cüz'i irade denildigini, bu cüz'i irademizin, bu akli seçme ve serbestligimizin bize mesuliyet yükledigini belirtir, sevap ve günahlarin bu serbest seçim ve hür irademiz yüzünden artacagini ifade ederdi.
Vefat' i nin ardindan yazdiginiz yaziyi hatirliyor musunuz?
Evet, Abdürrahim Efendim Hakk'a yürüdü” baslikli bir yazi yazmistim.
Gazetimizin 25 Ocak 1998 tarihli nüshasinda yayinlanan o yazinizi burada iktibas edebilir miyiz?
Tabi edebilirsiniz.
“Abdürrahim Efendim Hakk'a yürüdü. ‘Efendimsin cihanda itibarim varsa sendendir. / Miyani, asikanda itibarim varsa sendendir' Seyh Galib efendisi için söylemis bu misralari, ben de ‘Anafor' adli siirimde aynen kullanmistim. Evet “Efendim” dediginiz, sirri sohbetlerini dinlediginiz, gönülden tasarruflarina sahit oldugunuz bir tasavvuf büyügü, bir Allah dostu tanimis ve baglanmissaniz, onu kaybetmek sizi ne kadar derinden sarsar, tahmin edersiniz. Ben bugün efendimin dünyasini degistirdigine, Hakk'a yürüdügüne sahit oldum ve derinden sarsildim.Yüz binlerin cenazesine de sohbetleri gibi istirak edecegini bildigim için, milletimizin basi sag olsun diyorum. O'nu ben bugün anlatamam, bir ömür boyu anlatmaya çalissam, gücüm yetmez. Böyle Allah dostlarini yine O anlatiyor: “Allah yolunda ölenlere ölü demeyiniz. Onlar Allah katinda diridirler.” Evet, bizi yetim birakarak Allah' i n huzuruna, Peygamberinin yanina ve pirlerinin arasina dahil olan Abdürrahim Efendi'nin dünyamizda yaktigi isik, O'nun Hakka yürümesiyle daha da aydinlanacak ve tanimayanlarini da aydinlatacaktir inancindayim. Çünkü tasavvufta bir kelam var. “Evliyaullah vefat edince kinindan çikmis kiliç gibi olur.”
“Her kapi kapansin, Ebubekir kapisi müstesna...”
Peygamber Efendimizi. Sonra Hz. Ebubekir'i ve Hz. Ali'yi çok severdi. Peygamber Efendimizin “Her kapi kapansin, Ebubekir kapisi müstesna. Allah tarafindan kalbime dökülen bütün ilimleri Ebubekir'in sadrina (kalbine) aktardim” ile “Ben ilim sehriyim, Ali onun kapisi, Ebubekir aslidir” hadis-i serifleri sik sik okurdu. “ I man bahsinin sonu kader ve ahiret gününe imandir” der, Insanlarin öldügü andan baslayarak kabir, kiyamet, yeniden dirilme, sual, hesap, sirat alemlerinden geçerek cehennem veya cennete dahil olacaklari Kur'an'da bildirilmis ve hadislerde açiklandigini, bütün bu hadiselerin zamani gelince olacagina inanmamiz gerektigini, kafir ve münafiklarin sonsuz olarak, günahi fazla veya affa ugramayan mü'minlerin de günahlari miktarinca cehennemde azap göreceklerine, Peygamberimizin sefaatinin olacagina, mü'minlerin sonsuz olarak cennette kalacaklarina, cennet ve cehennemin halen var olduklarina, Cemalullah' i n görülecegine de mutlaka inanmamiz lazim geldigini söylerdi.Bunlara zit olan söylentilere önem vermez, aykiri söz ve iddialara asla inanmazdi.
“Allah' i n dostlari ancak muttaki olanlardir”
O Allah dostlarini Allah' i n ve Resulünün tarif ettigi sekilde anlatirdi. Yani Allah' i n ve Resulünün diliyle. Bu tür sözlerine de söyle bir duayla baslardi: “ALLAH herkese ALLAH dostu bir Mürside baglanmayi nasip eder, yeter ki halis bir niyetle dileyelim. Asagida Ayetlerle ve hadislerle de bildirilmis olup uykudan uyanip kendimize zaman geçmeden bir vesile, vasita ve Allah dostuna baglanmayi yüce Allah'tan niyaz edelim. Hepinizden Allah razi olsun. Enfal Suresi'nin 34. ayetinde Cenab-i Allah buyuruyor ki : “Allah' i n dostlari ancak muttaki olanlardir. Fakat (kâfir ye gâfil) insanlarin çogu bunu bilmezler” Yine Yunus Suresi'nin 62-64. ayetlerinde Cenab-i Allah buyuruyor ki: “Haberiniz olsun ki, Allah' i n velileri (dostlari) için hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak degillerdir. Dünya hayatinda da Ahiret hayatinda da onlar için nice müjde (ve kerametler) vardir. Allah´in söz ve hükümlerinde asla bir degisme yoktur. Iste bu (hale ve vade ulasmak) en büyük kurtulustur” Fatir Suresi'nin 32. ayetinde Cenab-i Allah söyle buyuruyor : “Kullarimizdan bazisi da AlIah' i n izniyle hayirlarda en önde olanlardir. Iste büyük fazilet budur.” Yine Cenab-i Allah Beyine Suresi'nin 7-8. ayetlerinde buyuruyor ki : “ I man edip salih amel isleyenler var ya, Süphesiz halkin en hayirlisi onlardir. Rableri katinda onlarin mükafati, altlarindan irmaklar akan cennetlerdir. Orada ebedi olarak kalacaklardir Allah onlardan razi olmus, onlar da Allah'tan razi olmuslardir. Bu (sifat ve mükafat) Rablerinden korkan (O'na iyilik ile saygi gösteren) içindir.”
Yumusak huylu ve merhametliydi
Allah dostlarindan Mehmed Zahid Kodku hazretleri ve Sultan Baba (r.a.) yazi serisinden sonra gazetemize gelen Erzincan eski Milletvekili Naci Terzi agabey, önce tebrik ettigini söyledi, sonra da Abdürrahim Reyhan Efendi hazretlerinin ismini zikrederek "Bizim Efendimiz'den de bahseder misin?" dedi. Biz de: "Kaynak olduktan sonra neden olmasin" dedik. "Sana kaynak kitap getirecegim" dedi ve 3 gün sonra Abdurrahim Reyhan Efendi'den bahseden Erzincanli Ünal Tuygun'un kitabini getirdi. Iste Abdürrahim Reyhan Efendi'nin hayatini da kitaplastiran Erzincanli Ünal Tuygun anlatiyor: "Kitabi hazirlarken Abdürrahim Reyhan Efendi'nin kardesi Efrail Efendi'ye sordum: ‘Abdürrahim Efendi bos zamanlarinda ne yapardi?' Efrail Efendi, su cevabi verdi: ‘Bos zamani olmazdi. Sürekli çalisirdi. Çalismanin disinda köyümüzde Seyh Abdurrahman Efendi vardi. Onun sohbetine giderdi. Zaten kendisi yasitlariyla oturmazdi. Hep kendinden yasça büyüklerle konusurdu. Bir de unutmadan söyleyeyim; agabeyim iyi bir insaat ustasiydi. Iyi bir marangozdu. Tüm köylüler gelir, islerini agabeyime yaptirirlardi. Ailemize çok düskündü. Annemin bütün islerine yardim ederdi. Anneme yük olmasin diye kendi elbisesindeki sökükleri bile kendi dikerdi. Asla yemek seçmezdi. Tandir ekmeginin sert kismini kendi yer, yumusak yerlerini bize verirdi. Çok merhametli bir insandi. Karincayi bile incitmezdi."
Iki önemli kerameti
Abdürrahim Reyhan Efendi'nin talebelerinden Mehmet Demirok anlatiyor: "Kendilerini 23-24-25 Haziran 1980 tarihinde tanima lütfuna ermistim. 1981 yillariydi. Bir gün kendilerine:
"Hakka senin özün dogru / Gezersin Nigde'yi, Bor'u / Bir de gelsen bize dogru / Gel gör ne viraneler var. / Dolastin Erzurum, Van' i , / Ah sevdigim calar cani / Sormadin halimi hani / Gel gör ne biçareler var" diye uzayip giden bir siir yaziyordum ama henüz kimseye göstermemis ve siiri de bitirememistim. Bir gün habersizce Sevgili Damatlari, Gönül ehli, Allah dostu, Tasavvuf Alimi Muhterem Muzaffer Nevruz Beyefendi ile hanemize tesrif buyurduklarinda ilk selamlasmadan sonra, "Gezersin Nig'deyi Bor'u, bir de gelsen bize dogru, dedin biz de çiktik size geldik" buyurduklarinda donup kalmistim. Bitmemis ve kimsenin bilmedigi siirimi okuyorlardi. Yine 1982 yillariydi. Hazreti piri saygin bir meslek ve kariyere sahip bir arkadasla ziyarete gitmistik. Sabah namazindan sonra kisa bir sohbet yapmislar ve herkes dagildiktan sonra bu arkadasimiz Hazreti Pire, "Efendim meslegim icabi olsa gerek kendimi çok büyük görüyor, o da ben de gurur ve kibir meydana getiriyor, kimseleri begenmiyorum, bu hali üzerimden nasil atacagimi bilemiyorum" diyor.
Hazreti Pir, söyle buyuruyor: "Bak evlâdim, büyük sehirler de hayvanat bahçesi varmis, oralarda Tavus kusu bulunuyormus. Bu kuslarin tüyleri rengarenk olurmus. Bu kuslar kendilerini çok begenirlermis. Tüylerini kabartirlar, hatta kuyrugunu da görmek için egilerek önlerine tutarlarmis. Daha iyi görmek için, biraz daha egilince de ayaklarini görürlermis. Bu hayvanlarin ayaklari çok çirkin olurmus. Utanir ve kabarip sisinmekten vaz geçermis. Simdi sizin de, bizlerin bilmedigi, fakat sizin ve Allah' i n bildigi hata kusur ve günahlariniz vardir. Siz onlari hatirlarsaniz o hal sizden gider" buyurdular."
3
‘Ölmeden önce ölünüz'
Kulluk, noksanliktir, acziyettir. Kisi noksanini bilmek gibi irfan olamaz. Allah için birbirinizi sevin, Allah için konusun. Ask insani mahviyete düsürür-varligindan geçirir. Varligindan kurtulan ölmeden evvel ölüme erer.
Bazi hocalar, Abdürrahim Reyhan Efendi'nin etrafinda insanlarin toplanmasindan rahatsiz olurlar, onu çekemezler. O'nun ilmi bilgisini denemek maksadiyla ziyaretine gider, kasitli sorular sorarlar. O günlük sohbetini yaparken orada bulunanlardan biri: "Efendim siz mürsitsiniz. Tamam da biz hiç kerametinizi görmedik" der.
Abdürrahim Reyhan Efendi, bu soru karsisinda su müthis cevabi verir: Ben kerametim var demedim ki, siz benden keramet beklersiniz! Bu kafayla daha çok beklersiniz! Ben sadece bir itfaiye eri gibi yanmakta olan insanlari yangindan kurtarmaya çalisiyorum. Allah'in emirlerini ögretmeye çalisiyorum. Bu kapiya gelenler de o niyetle geliyor. Asirlar önce sizin sordugunuz sorunun aynisini Sah-i Naksibendi hazretlerine sormuslar. O dönemin insanlari da sizin gibi mürsitlerinden keramet beklerdi. Bir gün Sah-i Naksibendi hazretlerinin talebeleri diyorlar ki; "Efendim sizden niçin bu kadar az keramet zuhur ediyor?" Hazret soranlara bu cevabi veriyor, "Omuzlarimizdaki bunca günah yüküne ragmen ayakta durabilmekten daha büyük keramet mi ariyorsunuz?"
Abdurrahim Reyhan Efendinin bu cevabi karsisinda soru soran ezilir, büzülür öyle bir mahcup olur ki tarifi imkansiz. Soru soranin onca insan içinde mahcup oldugunu anlayan Abdürrahim Efendi buyurur ki; "Bizler, yani hepimiz tek bir gaye için yasiyoruz. Hepimizin amaci, Allah'a kulluk. Sizi buraya getiren de, sizinle sohbet etmemize imkan saglayan da sadece O. Eger Kainatin Yaraticisi istemezse, kim ta uzaklardan bu garip köydeki ümmi Abdurrahim'in yanina gelir?"
“Hikaye degil, Kitabin ortasindan anlatsa”
Adürrahim Reyhan Efendi'ye 1981 yilinda talebe olan Bayburtlu Murat Akkoyunlu anlatiyor: "O kapiya baglandiktan sonra içimi bir huzur kapladi ki sorma gitsin. Efendim beni birçok defa imtihan etmistir. Mesela Yusuf Kan Dehlevi'nin yazdigi Hayat´üs-Sahabe isimli dört ciltlik bir eseri var ve ben sürekli bu eseri okuyorum. Bu kitabi okumaktan da büyük bir keyif aliyorum, ama bir gün kendi kendime dedim ki: ‘Bu kitabi okuyorum ama bu kitap hakkinda bir de Efendimin fikirlerini alayim' Aradan bir kaç ay geçmisti. Efendimi görmek için Erzincan´a gittim. Efendim sohbet ediyordu. Sohbeti dinledikten sonra namaza kalktik. Hiç yapmadigim bir seyi yaptim ve Efendimin karsidaki dolabindan cübbesini almaya yürüdüm. Cübbesini Efendime götürecektim. Dolabi açtim. Bir de ne göreyim, dört ciltlik Hayat'üs-Sahabe adli kitap cübbenin yaninda duruyor. Tek kelimeyle müthis bir olay!..."
Çok enteresan seylerin basindan geçtigini belirten Akkoyunlu, bir baskasini söyle anlatiyor: "Yine bir gün Efendim sohbet ediyordu, sohbetin konusu da Musa Aleyhisselam ile Hizir Aleyhisselam arasindaki bir mesele. Içime bir vesvese düstü. Aklimdan: ‘Efendim de hikaye anlatiyor. Söyle kitabin ortasindan anlatsa biz de dinlesek' diye bir düsünce geçti. Sohbet bitti. Ben yukarida oturma salonu gibi bir yer vardi. Oraya çiktim oturdum. Birden kütüphane gözüme ilisti. Söyle elimi attim, bir kitap aldim. Kur'an-i Kerim meali çikti. Rast gele bir sayfa açtim. Açtigim sayfada Hizir Aleyhisselam ile Musa Aleyhisselam arasindaki mesele anlatiliyor. Kendi kendime dedim ki: ‘Oglum Murat, yine baltayi tasa vurdun. Efendi Kur'an'dan sohbet ediyor, biz, içimizden hikaye anlatiyor diye geçiriyoruz' Isi ihtimal meselelerine vurdum. Olmaz böyle bir sey. Tesadüfen bir kitap alacaksiniz, bu kitap Kur'an-i Kerim meali olacak, yine bir sayfa çevireceksin, Efendimin anlattigi, benim de hikaye dedigim bölüm çikacak!"
Zühd ile tasavvuf arasindaki fark
Tasavvufta hedef'in "Bir müslümanin gönüllü olarak ve seve seve Allah'a ibadet etmesini saglamak" seklinde açiklayan Abdürrahim Reyhan Efendi, "Zühd ile tasavvuf arasindaki en önemli fark'i" da söyle beyan ediyor: "Zühdde korku, tasavvufta sevgi unsuru agir basar. Zühd hareketinde korku sevgiyi, tasavvuf hareketinde ise sevgi korkuyu kapsar. Zühd; âhirette kurtulusu amaçlayan nisbeten özel bir mânevî hal, tasavvuf ise bu hayata dayanan ama daha çok Allah'in rizâsini ve sevgisini kazanmayi amaçlayan daha kapsamli mânevî hayattir. Peygamber Efendimiz: "Allah ve Resulü'nü diger seylerden daha fazla sevmeyen kimse imanin hazzina eremez" deyince Hz. Ömer, "Ey Allah Resulü, Kendim hariç seni herkesten ve her seyden çok seviyorum" der. Peygamber Efendimiz de "Olmadi yâ Ömer!" diye buyurur. Hz. Ömer, "O halde seni kendimden de çok seviyorum" deyince Resûlullah "Simdi oldu yâ Ömer!" buyurur. (Buhârî, "Îmân", 9; Müslim, "Îmân", 15). Abdürrahim Reyhan Efendi, Islâm'da Cenab-i Allah ile kullari arasindaki sevginin karsilikli oldugunu, kullarin Allah'i sevdigini, Allah'in da kullarini sevdigini anlatir buna delil olarak da el-Maide Suresi'nin 54. ayetinin mealini okurdu: "Ey iman edenler! Içinizden her kim dininden dönerse, Allah onlarin yerine öyle bir kavim getirir ki Allah onlari sever, onlar da Allah'i severler" Islâm inancina göre Allah Teâlâ vedûd ve velîdir. Yani mümin kullarini çok sever ve onlari dost edinir.
“Hayir ve ser Allah'tandir”
Olacak seylerin hepsini ezelde bilip, sonradan olacagi sekliyle Allah'in takdir ve tesbit etmesine kader denildigini, böylece kararlastirilmis olanlarin zamani gelince aynen yazildigi gibi olusmasina da kaza denildigini hatirlatirdi. Hayir ve serrin, fayda ve zarar verecek olan her yaratik ve her olayin Allah'in dilemesi ve ona ol demesiyle yaratildigini, bu sebeple bizim “Hayir ve ser Allah'tandir” diye inanmamiz gerektigini, Allah'in hayra rizasi oldugunu, serre ise rizasi olmadigini söylerdi. “Bu yüzden arzu ve irademiz içinde olan is ve amellerimizde hayri istemeli ve hayri yapmaliyiz. Serri, yasagi, haram ve zararliyi istememeli ve onlari yapmamaliyiz” derdi. Bizim bu istek ve irademize cüz'i irade denildigini, bu cüz'i irademizin, bu akli seçme ve serbestligimizin bize mesuliyet yükledigini belirtir, sevap ve günahlarin bu serbest seçim ve hür irademiz yüzünden artacagini ifade ederdi.
Abdurrahim Efendi Hakk'a yürüdü...
Gazetimizin 25 Ocak 1998 tarihli nüshasinda yayinlanan Mustafa Miyasoglu'na ait yazinin bir kismini iktibas ediyoruz. Iste o yazidan bir bölüm:
“Abdürrahim Efendim Hakk'a yürüdü. ‘Efendimsin cihanda itibarim varsa sendendir. / Miyani, asikanda itibarim varsa sendendir' Seyh Galib efendisi için söylemis bu misralari, ben de ‘Anafor' adli siirimde aynen kullanmistim. Evet “Efendim” dediginiz, sirri sohbetlerini dinlediginiz, gönülden tasarruflarina sahit oldugunuz bir tasavvuf büyügü, bir Allah dostu tanimis ve baglanmissaniz, onu kaybetmek sizi ne kadar derinden sarsar, tahmin edersiniz. Ben bugün efendimin dünyasini degistirdigine, Hakk'a yürüdügüne sahit oldum ve derinden sarsildim. Yüz binlerin cenazesine de sohbetleri gibi istirak edecegini bildigim için, milletimizin basi sag olsun diyorum. O'nu ben bugün anlatamam, bir ömür boyu anlatmaya çalissam, gücüm yetmez. Böyle Allah dostlarini yine O anlatiyor: “Allah yolunda ölenlere ölü demeyiniz. Onlar Allah katinda diridirler.” Evet, bizi yetim birakarak Allah'in huzuruna, Peygamberinin yanina ve pirlerinin arasina dahil olan Abdürrahim Efendi'nin dünyamizda yaktigi isik, O'nun Hakka yürümesiyle daha da aydinlanacak ve tanimayanlarini da aydinlatacaktir inancindayim. Çünkü tasavvufta bir kelam var. “Evliyaullah vefat edince kinindan çikmis kiliç gibi olur.”
(Bitti)